Hepimizin içindeki yaralı şifacı
Daha özgür, daha sağlıklı ve daha enerjik mi hissetmek istiyorsun? Daha mutlu ve tam bir insan haline mi gelmek istiyorsun? Belki sen de bir yaralı şifacısın. Aradığınız dönüşüm kendi yaramızdan başlar. Bu dönüşüm küçük adımlarla yavaş yavaş da gerçekleşebilir, ani bir yükseliş şeklinde de olabilir."Yaralı şifacılar doğuştan böyle değillerdir ya da sonradan ortaya çıkmamışlardır. Onlar acılarını güce ve sıkıntılarını da kuvvete çevirerek kendilerini şekillendirirler. Onlar, gölgelerle yüzleşmenin ve bu gölgeleri ışığa dönüştürmenin değerini bilen manevi simyacılardır. Keşfedilmemiş diyarları aydınlatırlar ve kaybolmuş ruhlara aradıkları yardımı, yuvalarını ve şifayı bulmaları için yardım ederler."
Yalnız kurt
Yaralı şifacı kavramı 1900'lü yılların başlangıcında Carl Jung tarafından dile getirilen bir arketiptir. Ancak bu kavram aslında insanlar mitolojiyi keşfettiği ilk günden beri vardır. Eğer bu konuyla ilgileniyorsanız Chiron'un hikayesini okuyabilirsiniz. Buradaki asıl fikir, kendi yarasını tedavi etme yolunda yürüyen kişinin zaman içinde bir şifacıya dönüşmesidir.
Şifacıyı bir başkasının iyileşme sürecinde yer alan kimse şeklinde tanımlayalım. Siz de bir şifacısınız.
Yarayı da acı çekmenize neden olan bir güçlük olarak tanımlayalım. Siz de yaralısınız.
"Yaralarımız, kendi biricik iyileşme yolumuza özel davetiyedir."
Yaralarımız bize kim olduğumuzu öğretir
Kendim hakkında bir şeyler öğrenmek için daha iyi bir yol bulamazdım. Dikkat dağınıklığı yaşamadan ya da başa çıkma mekanizmamı harekete geçirmeden acı dolu bir anın içinden sıyrılmayı başarabilmişsem o zaman bir şeyler öğrenmişim demektir. Benim için önemli olanın, dürtülerimin ve beni onlara yönlendirenin ne olduğunu öğrendim. Neleri bastırdığımı ve karanlık köşelerimde neleri gizlediğimi öğrendim. Sarsılamaz bir tarafımın olduğunu öğrendim ve böylelikle daha önceleri düşündüğümden daha güçlü ve becerikli hale geldim.
Bir yaranın iyileşmesi dönüştürücüdür
Aradığınız dönüşüm kendi yaralarınızla başlar. Bu dönüşüm küçük adımlarla yavaş yavaş da gerçekleşebilir, ani bir yükseliş şeklinde de olabilir. Jung, yaralarımızı bilinçaltımıza açılan bir yol olarak tanımlar, aynı zamanda burası yaratıcılığımızın doğduğu yer olarak da görülebilir. Yaralarımızla yüzleştiğimizde daha farkına varmadığımız bir yaratıcılığa da ulaşırız. Eğer bunu kucaklarsak, dünyanın ne kadar güzelleşeceğine inanamazsınız! İşte yaratıcı dehanız ortaya çıkıyor, tıpkı dünyanın ihtiyacı olduğu gibi.
Bu yolculukta hep beraberiz
Bazıları bu yolda diğerlerinden ileride olabilir ancak yine de bu yolculukta hep beraberiz. Evet, acı çekmek hepimizin ortak özelliği ancak benim kastettiğim şey bundan daha derin. Sizin bireysel olarak acı çekme şekliniz aslında topluluğunuzun acı çekme şeklidir. İnsanlar sizin yaralarınıza bir şekilde dahil oldular, olmaya devam ediyorlar ve hep de devam edecekler. Şöyle bir dışarıdan bakın ve tüm insanlığın acı çekmenizde bir payı olduğunu görün, tıpkı sizin de tüm insanlığın acısında bir pay sahibi olmanız gibi. Bu bizim acımız, bizim yaramız ve bizim iyileşmemiz.
Yaramızla aşırı özdeşleşebiliriz
Yaralarımızda takılı kalmamız, onları takıntı haline getirmemiz ve onların kurbanı olmamız olasıdır. Bunu yargılamıyoruz, bu hepimizin başına öyle ya da böyle gelebilir. Kimsenin bu tarz can sıkıcı bir öz saplantıyı tercih edeceğini düşünmüyorum. Bu konuya farklı bir bakış açısını ise zaman içinde yaralarımızın bize hizmet ettiğini düşünerek elde edebiliriz. Örneğin, hastalığınız ya da travmanız şefkatli bir şekilde ilgi görmenizi sağlayabilir. Bağımlılığınız, gerginliğinizi atmanızı sağlayabilir. Yeteri kadar iyi olmadığınıza inanmanız belki de arkadaşlarınıza bağlanma şeklinizdir. Hayatlarımıza bu şekilde alışabilir ve yaralarımızı normalleştirebiliriz. Yaranız içinden geçip gideceğiniz bir şeydir, içine hapsolacağınız değil.
Kötü taraflarımızı başkalarına yansıtabiliriz
Bunu "Çekiç elindeyse her şey çivi görünür." sözüyle bağdaştırabiliriz. Örneğin, eğer yaranız ilişkilerinizde sınırlarınızın zayıf olmasından kaynaklanıyorsa, bu süreçte yaranın içine daldıysanız ve sonrasında iyileşip dönüştüyseniz anlaşılabilir bir şekilde tüm arkadaşlarınızın ya da danışanlarınızın aynısını yapacağını düşünmeye kalkabilirsiniz. Ancak bu onların suçu olmayabilir. Deneyimlerimize dair olan önyargılarımızı arkamızda bırakmak gerçekten zorlayıcı olabilir. Fakat diğerlerini zihnimizde tamamen boş bir levha varken tanımayı denemezsek bir şeyleri yanlış anlama ve iletişimsizlik yaşama riskimiz daha fazla olur. Onların iyileşmesine yardımcı olma şansını kaçırabiliriz.
Peki, bunun ne anlamı var?
Bence bunun alamı Sensin.
Gerçek Sen = Bütün, eksiksiz ve yaralanmaya karşı savunmasız olan sen.
Biz bu şekilde doğduk ve bunun farkında değildik çünkü her şey bu şekilde ilerlemişti. Daha sonra yaralandık ve yaralarımız bizi bu durumdan kopardı; eksik, kusurlu ya da bir şekilde zarar görmüş gibi hissetmemize neden oldu. Yara, bilincimizin bütün ve tam oluşumuzu fark etmesini sağlamak anlamına gelebilir.
Gerçeklik çelişkilidir. Yaramız bizi iyileştiren şeydir. Aynı anda hem yaralı hem de bütünüzdür.
John Prendergast bunu şu sözlerle çok iyi şekilde ifade etmiştir:
Hepimizin kendi koşullandırmalarımızdan etkilendiği doğru- mükemmel olmayan ebeveynliğimizden, görmezden gelinmekten ve taciz edilmekten, travmalardan, sağlıksız bağlanma tarzlarımızdan ve hayatın kendisinin zorluklarından. Ancak, ve bu gerçekten önemli bir nokta, bu deneyimlerin hiçbirinden temelde zarar görmeyiz. Göreceli bir seviyede darbe alırız, bu bazen çok derin olabilir. Ancak esas olarak zarar görmeyiz. İnsanlar olarak hem yaralı hem de bütünüzdür.